ARGUVAN NERE ALMANYA NERE (Suat Yıldız)
ARGUVAN NERE ALMANYA NERE
Arguvan Malatya’nın ilçesidir.
Malatya merkeze 72 km uzaklıktadır.
Benim çocukluğumdan beri yolu aynıdır.
Hiç değişmedi; kimsede değiştirmek istemedi.
Su olmadığından dolayı toprakları verimsizdir.
Toprak işlemek hem çok maliyetli hem de çok zahmetlidir.
Halkı yoksuldur.
Tek kurtuluşları okuyabilmek ve şehirde iş bulabilmekti.
Şehirde bir iş tutanlar kendini şanslı sayıyorlardı.
Hikaye'de böyle başlamaktadır.
1960’ların sonlarında Almanya Türkiye’den işçi almaya başlayınca;
bizim köylüler için yeni bir umut ışığı doğmuştu.
Kendi köyünden başka bir yer görmemişti insanlar.
Bırakın Almanca bilmeyi; kendi dilinde okuyup yazamıyorlardı bile.
Çiftçilikten başka bir şey bilmiyorlardı.
Mesleki ve teknik alanda bir eğitimleri yoktu.
Kendinden önce çocuklarının geleceğini düşündü insanlar.
Ver elini deyip köylerini terk ettiler.
Sonlarının ne olacağını hiç düşünmeden.
Bundan daha kötü olmazdı ya, diyerek gitiler.
Gidenlerden biri de teyzemdi.
Teyzemin ismi GÖHER’di.
Çocuk gelinlerden biriydi.
Hangi yaşta evlendin, diye sorsanız o’nu bile hatırlamazdı.
Ya 14’tür ya da 15.
Cafer amcayla evliymiş.
Ben hatırlamayacak kadar küçüktüm.
Arguvan’ın sevilen insanıymış Cafer amca.
Ama erken yaşta Hak’ka yürümüş.
En küçük çocuk birkaç aylıkken Cafer amca öbür dünyaya göçmüş.
Zavallı teyzem henüz otuzuna gelmeden 4 küçük çocukla, gencecik yaşında dul kalmış.
Ne yiyip ne içirtecekti çocuklara?
Cesaret midir; mecburiyet midir dersiniz, Almanya işçi seçmelerine müracaat etmiş.
Beklenen haber gelmiş. Almanya “buyur gel”, demiş teyzeme.
Nasıl ayrılacaktı yavrularından?
4 küçük çocuk.
Bahtı karalı teyzem, desem yeridir.
Yaşlı kaynanasına 4 çocuğunu emanet edip; gitmiş gurbet ellerine.
Gözündeki yaş hiç dinmedi teyzemin.
Genç yaşta kaybettiği
eşine mi üzülsün;
Geride bıraktıkları
yavrularına mı üzülsün,
Memleketinden uzaklarda olduğuna mı üzülsün,
yoksa kara yazılmış alın yazısına mı üzülsündü?
Yoksul insanların alın
yazıları da kendileri gibidir.
Hayat güldürmez onları.
Bir taraflarını hep eksik bırakır.
Teyzem artık Almanya’dadır.
Halk diliyle "Almancı'dır" artık.
Gurbet elde ne yapar, ne yer, ne içer, hangi şartlarda çalışır kimseler bilmez.
Kendi dilinde okuma yazma bilmezken başka bir ülkeye gitmek; orada yaşamak nasıl bir şeydir?
Dil bilmediği bir ülkede derdini anlatmak,
otobüse binmek,
hastaneye gittiğinde neresinin nasıl ağrıdığını anlatmak ne zor olmuştur o'nun için.
Bulduğu birkaç işte birden çalışırmış.
Namusuyla çalışılacak en ağır işlerde çalışırmış teyzem.
Günde 8 saat değil;
16-17 saat çalışırmış.
Çalışmadığı zamanlar çocukları aklına gelir ağlarmış.
Bu yüzden hep çalışmak istermiş.
Daha çok çalışayım; para biriktireyim, bir an önce memleketime geri döneyim düşüncesindeydi teyzem. Bütün almancılar gibi.
İlk giden gurbetçilerimizin hepsi aynı düşüncedeydi.
Temmuz, Ağustos aylarında izine gelirdi.
Gariban teyzem o yoksulluğun içinde herkesi düşünürdü.
Sanki herkese birer hediye getirmek zorundaymış gibi hissederdi.
Hoş birileri unutulursa ayıp sayılır, dedikodusu yapılır hatta küsülürdü.
“Hoşgeldine” geldiklerinde teyzem gelenin yaşına cinsiyetine göre poşetle hediyelerini verirdi, mecburmuş gibi.
Bazen de kendi misafirliğe gider hediyesini o’nun evinde verirdi.
Uçakta 15 kilo taşıma hakkı varken; bu kadar valizi bu kadar eşyayı tek başına bu kadın nasıl getiriyor, diye düşünmezdi insanlar.
Çocukluğumdan hatırladığım teyzemin herkesi mutlu etmeye çalışmasıydı.
Bilmezdim teyzemin annemle neler konuştuğunu.
Genç yaşta kaybettiği eşini anlatır mıydı?
O’nu çok özlediğini;
gurbet elde neler yaşadığını anlatır mıydı?
Eminim konuşuyorlardı.
Bir gün bir defa
“seni seviyorum Cafer”,
demiş miydi acaba rahmetli eşine?
Sanmıyorum. Ayıptı, hem de çok ayıp.
Zaman bizim için hızla geçiyordu. Çocuktuk çünkü. Tek derdimiz oyun oynamaktı.
Teyzem için zaman hiç geçmiyormuş, bunu şimdi daha iyi anlıyorum.
4 küçük çocuğunu sılada bırakıp gurbet elde çalışmak çok zor.
Bazen yaralar kabuk bağlıyor; bazen de daha büyük yaralar açılıyordu.
Ah be teyzem.
Bahtı karalı teyzem neler yaşamışsın da anlayamamışım.
Kader kafaya takmıştı teyzemi.
Güldürmeyecekti o’nu.
Ne yapsa ne etse olmuyordu.
Acı haber Malatya’dan geldi.
Azrail bir kez daha kapısını çalmış ve büyük oğlunu elinden almaya gelmişti.
46 yaşındaki evladını kendi elleriyle toprağa verdi teyzem.
Hayat teyzeme acıların en büyüğünü yaşattı.
Oğlundan sonra fazla yaşamadı, yaşayamadı teyzem.
Şimdi oğluyla yan yana yatıyor.
Doyamadığı yavrusuna sıkı sıkıya sarılıyordur.
Öpemediği yavrusunu bol bol öpüp kokluyordur.
Teyzem tam bir Anadolu kadınıydı.
Güçlü, sevecen, sadık, onurlu, paylaşımcı ve hoşgörülüydü.
Teyze anne yarısıdır.
Anne, diye teyzelerime sarıldığım çok olmuştur.
Teyzemin ismi GÖHER’di.
Arguvan’ın yoksulluğundan çocuklarını kurtarmaya çalışıyordu.
Her sülalede böyle hikayesi olan biri vardır.
16 Temmuz 2020
Suat YILDIZ