XIZIR VEYA KUDRET-I NUR Ali Köylüce
XIZIR VEYA KUDRET-İ NUR
CEMRE/KOZ VE AŞK’IN DOĞASI
Alevi felsefesine göre, Xızır ile başlayıp Cemre’ler ile devam eden, Newroz ateşi ile doruğa çıkan bir süreç izleyen , her yıl çeşitli şekillerde kutsanan ve kutlanan bu temel yaşam kaynağının adını koymak gerekirse, buna KUDRET-İ NUR diyebiliriz. Yani Xızır diye çağırdığımız güç, bir kişi değil, doğanın devinimsel enerjisinin harekete geçirilmesi veya geçmesidir. Önemli olan o gücü harekete geçirebilme başarısıdır.
Reya haq-kızılbaş alevi inancına göre ‘’İnsan dara düşmedikçe, Xızır yetişmez’’ islami terim ile ‘’Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez’’ yani insan ancak gerçekte tam çaresizlik halinde, bir mucize bekler. Mucize ise , beklenmiyen ve olanaksızın gerçekleşmesidir. Mucizeyi gerçekleştirmek ise ancak, insanın tüm benliği ile enerjisini yoğunlaştırıp harekete geçirmesi ile olur. Bu düşünülerek veya planlanarak yapılacak bir şey değil, bütün yolların kapandığı zifiri bir karanlıkta, tüm bedeninindeki enerjinin bir odaktaki patlaması gibi bir ışığın açığa çıkması ve bir çıkış yolunu gösterme şeklinde görünür olma halidir. Bunun tezahürünün ,o anın ihtiyacına göre bin bir hali vardır. Alevi inancına göre de diyoruz ya, ‘’Bin bir adı vardır, biride XIZIR’’. Önemli olan bu mucizenin hangi şekil ve donda olduğundan ziyade, o anda bir çarenin gerçekleşmiş olmasıdır. Darlıktan kurtulma imkanının oluşmasıdır. Tüm ümitlerin tükendiği bir anda , Kurtuluşun gerçekleşme sevincinin yaşanmasıdır. Kuşkusuz Xızır/Hızır ile ilgili bir çok efsane ve mitolojik hikaye anlatılır.
Ancak tümünün ortak yanı bir mucizenin gerçekleşmiş olmasıdır. İnanca taşınma biçimi ve yaşatılma rütüeli olarak, bölgelere göre bazı kültürel farklılıklar olsa da, ağırlıklı olarak kızılbaş alevilerde Ocak ayı ortalarında başlayıp, şubat ayı ortalarına kadar devam eden, yedi ile üç gün arasında oruç tutularak, Cem’lere taşınan komünal bir toplumsal paylaşım davranış ve zihniyet kültürünü hafızalarda canlı tutmayı her yıl tazeleyerek, insanın önce kendi sorumluğu içinde, bir birine Xızır olmasını, bir ahlaki kural olarak etik değer olarak , yerine getirmeye sorumlu tutmasını sağlamaktadır.
Daha önceki bir yazımı konunun bağlamından dolayı burada yinelemek istiyorum;
MAZLUMLAR YOLUNU GÖZLER, BOZATLI XIZIR
‘’Bozatlı Xızır, İnsanlık tarihinin en kadim Mitolojisinin kahramanıdır.
Bir çok toplumun her çağ’ına ve kültürüne damgasını vurmuş, çeşitli isimler ve sembollerle yaşatılmaktadır.
Ama Reya Haq süreği, Kürt Kızılbaş Alevilerinin inanç kültüründe ve manevi dünyasında, Xızır ; Car kapısında yardım eden , dar’da ve zor’da kalanların kurtarıcısı, bolluk ve bereketin sembolü, hastalara şifa dağıtan, kara kış’ın sonu, baharın başlangıcı, Newroz’u müjdeleyen , yeni bir yılın başlangıcının habercisi ve sembolüdür.
Onun için Kızılbaş Alevilerin - Xızırı karşılaması bir bayram şenliğindedir. Yeniden dirilişin ve kurtuluşun bayramı ve şenliğidir. Xızır’ı oruçlar ile karşılayıp, CEM’ler de ağırlamak, onun huzurunda Dar’da durup, Özü ve söz’ü ile toplumsal ikrar vermek, Newroz ile kutlama törenlerini bayram tadında doruğa çıkararak , Ahrimanın karanlık gecelerine sırtını dönerek , CEMŞİD’in güneşini secde ile selamlamaktır.
Hırıstiyanların, (Weinachtsman) Noel Babası’nın Geyik’li Arabası, İslam Peygamberinin BURAK atı ile arşa çıkması, Şahı Merdan Ali’nin ışıktan hızlı DÜLDÜL atı ile çağrılan yerde hazır olması , hep XIZIR kültüründen esinlenmişlerdir.
Yani Xızır kuzey yarımkürede olan bizim Mezopotamya- Anadolu coğrafyasında insanlığın ilk evcilleştirdiği ve ulaşım aracı olarak da kullandığı, en hızlı hayvan olarak atı simgelerken, kış mevsiminin en çetin döneminde beklenen bir kurtarıcı güç olarak, mevsimin karlı boranlı havasının kar ve tipisi içinde, rengi boz-beyaz şekil aldığından, BOZ ATLI XIZIR olarak tasvir edilmiştir.
Alevi aşık ve dervişlerinin Xızır’la ilgili çok deyişleri ve duwazları var. Bunların bazılarında Xızır şöyle dile getirilir.
''İtikat ve inancın var olduğu her yerde, Xızır/Hızır var olmuştur.
Azattır fenadan geçen
Ab-ı Hayat’tan su içen
Zulmettin kapusun açan
Hızır sıfat veli gerek
Şah Hatayi'nin deyişi Xızıra verilen önemi açık bir şekilde ortaya koyuyor. Alevi inancında gelen misafiri Ali ve Hızır gözüyle görmek anlayışı'da buradan kaynaklanmaktadır.
Misafir gelir ki kısmeti bile
Misafir Hızır,dır özrünü dile
Hatayi'm uğyuyu tut ver gele ele
Mihman'lar siz bize sefa geldiniz
Yine diğer bir ozanımız Kul Himmet üstadımız’da şöyle dile getiriyor
Dua edin bize misafir gelsin
Lokmamız yesin yüzümüz gülsün
Büyük küçük onu hep Hızır bilsin
Mihman canlar bize sefa geldiniz
Kul Himmet üstadım tuttuğun gele
Mihman nasibini getirir bile
Misafir Ali’dir öz nefsin dile
Mihman canlar bize sefa geldiniz
Çünkü Xızır’la bütünleşmek Xızır´a olan inancınız Hızır´ı daima içinizde var etmiştir, içinizdeki inanç, özünüz'le, sözünüzle ve gönlünüzle bir değilse, Hızır’dan medet ummak boşunadır. Hızır, inanmak ve itikat ister, Xızır’a inanmak doğruluk ister, Xızır’a inanmak vicdanınla ve yüreğinle yola bağlılık ister, İnsan yaşamında itikatın olmadığı yere Hızır gelmez''
Xızır oruçları yörelere göre şubat ayı boyunca tutulsa da , bu yıl miladi takvime göre 11, 12 Ocak günlerinde başlayıp 13 Şubata kadar sürecek bir ay Xızır ayıdır.
XIZIR ORUCU;
Miladi takvime göre hızır oruçları , Dersim başta olmak üzere , bazı bölgelerde , gecelerin, en uzun, gündüzün en kısa olduğu, 21 aralıkdan itibaren gündüzlerin uzamasına mütakip, GAĞAN ile başlayan ve 40 gün sonrasında, - 30 ocak,1-2 şubat tarihlerinde 3 gün , Xızır oruçları tutulur. Bazı bölgelerde ise bu tarih 9-ile 15 Şubat arasında 3 gündür. (Bazıları karşılama olarak da , beş veya yedi gün oruç tutarlar)
Yılın bu ilk günlerinde , Bozatlı Xızır’ı karşılarken, tutulan - tutulacak olan oruçlarımız kabul olsun.
CEM’lerimizde verilen ikrarlar daim olsun, Xızır’ın himmeti ve yardımı halkımızın ve tüm mazlum insanlığın Car’ına yetişsin.
Xızır tüm mazlumların yar ve yardımcısı olsun . Dil’deki Dilekler , Gönüldeki muratlar, kabul olsun.
Beklenen Umutlar Bozatlı Xızıra ayan olsun.’’
Tekrar konumuza dönersek;
Evet, Xızır bu kainatın en büyük sırrının zaman zaman görünür olma hali veya bizdeki gizil gücün açığa çıkarılma biçimi olarak Kudret-i Nur’dan başka birşey değildir.
Kudret güç demektir. Nur ise, Alevi felsefesi deyimiyle yaşam TÖZ’ü- CEVHERİ , güncel deyimi ile Higgs Bozonu (Tanrı Parçacığı) denilen enerji kaynağının adıdır. Yani İnsannın merakı ve çabası ile Batıni / Leduni ilmi ile anlatılan SIR alemini , bugünün bilim ve bilgi birikimi ile deneyleyerek Sırrı daha çıplak gözle görünür kılma mücadelesi devam etmektedir.
Biz bu yazımızda, Alevi inanç felsefesinin Devriyeler ile anlattığı, kainatın varoluş serüveninin , Sırrının insan aklı ile çözüldükçe , Halac-ı Mansur ve Şahabeddin Sühreverdî gibi yaşamları ile bu SIRRIN bedellerini ödemiş felsefeci filozofların, inancımızın son binli yılların inşasındaki yeri ve önemi daha da önem kazanmaktadır.
Onlar sadece Alevi inancı ve insanı için değil, fikirleri ile tüm insanlığın ilminin ışığı olmuşlardır. İslam dahil tüm vahiyli/doğma dinlerin insan beynini ve düşünme gücünü teslim alma saldırısına karşı, bilgi ve bedenleri ile karşı durmuşlardır. Daha fazla bilgi için (açıklamalar bölümüne bakınız)
Bu kısa açıklamadan sonra , bu bilgiler ışığında KUDRET-İ NUR’un inancımızdaki ifadesini irdeleyelim.
Kudret-i Nur’dan, (Xızır) Newroz Ateşine tüm Varlık aleminin, ‘Ten’de ve Can’da ifadesini bulan Hakikat,ın özü Can’da ki enerjidir. Daha önceki yazılarımızda belirtmiştik. Alevi İnancı özünde İnsanın Hakikat arayışıdır. Şimdi Kudret’i NUR’un izini sürerek , hakikatımıza bir huzme(demet) ışık tutalım.
İnsan ve tüm Canlı-cansız varlıklar, bir Zahir görünümleri olan Şekilleri ile , bir de TEN’e yaşam gücü veren Batıni (görünmez alemdeki) CAN’a sahiptirler. Şekli olan Ten geçicidir. Don’dan Don’a hep değişim göstererek, halden hale girer. Her DON da ki Şeklinde ona güç veren, hareket ettiren, büyüten, yaşatan bir güç kaynağı vardır ki; bu güç CAN ile ifade edilen Kudret-i NUR’dan gelen enerjidir.
Bu enerji yani Can, şekli/fiziki Ten’i terk ettiğinde , TEN’nin şekli/fiziki varlığı , Don değiştirme sürecine(Ölüm) girer. Ama Can dediğimiz yaşam kaynağı olan Enerji, ölümsüz olduğundan değişim içinde sadece o ten’i terk etmiş olur ve yeni bir Ten’de vücut bulur. (Bu ten, illahi bir insan ten’i olmak zorunda değil, börtü-böcek, bitki-çiçek, canlı-cansız herhangi bir maddesel şekil’de olabilir)
Can’ın yeni Ten de buluşması için , bir birine ihtiyaç duyan, artı(pozitif) ve eksinin(negatif) arayışı gibi , Mecnun ile Leylanın ateşi gibi bir sıcak buluşmanın ateşi ile yanıp tutuşması gerekir ki, buna da AŞK diyoruz. Yani herşeyi Var’ından Var eden, Kudret’i NUR’dan zuhur eden enerjinin somutlanıp cisme dönüştüğü ve O cismin yaşam bulmasına vesile olan CAN(enerji)ın sırrı AŞK da saklıdır.
Düşünin ki, bir bitkinin Can’ı çekildiğinde , solup dökülür. Çürür ve o don dan çıkarak başka hallere bürünür. Bir İnsanın Ten’inden (bedeninden) , Can çıktığında da , hareket veren yaşamı durur. Dokunduğunuz da, soğuk ,his’siz, duygusuz ve vasıfsız bir şekilde , solgun ve hareketsiz bir halde çürümeye , yani don değiştirme sürecine girmiş olur.
Ama Can tenden ayrılınca (ki bu süreç Cen’in de canlanma ve Cen’aze’de canı terk etme süreçleri 40 gün olarak belirtilir ) yeni bir beden ile buluşup aralıksız yoluna devam eder. Alevi inancında bu temel yaşam kaynağına Kudret’i NUR diyoruz. Bir canlı doğduğunda , Nur topu gibi balkıyan parlayan enerji, Can verince(Ölünce) solgun ve fersiz (ışıksız donuk) bir şekil alır.
Kudret’i Nur’un en büyük kudret olduğu ve simgesini ise Ateş-Güneş, Kandil veya Çerağ dediğimiz , hem ısıtan, hem aydınlatan bu enerji, gücü ile bir tarafdan yaşam veren , diğer tarafdan görünür kılan bir güçtür ki, tüm Evrende , Kainat da, Hava da, Su da, Toprak da, Bitki , börtü böcekte, Hayvanat ve İnsan da bir devriyedir sürüp gider. Her Ten ve Can ayrılması bir aşkın bitişi , her Ten ve Can buluşması ise bir aşkın başlangıcıdır.
Bu buluşmalar her zaman RIZALIĞA dayanan bir İKRARLAŞMA (birbirine bağlanma) ile, bitinceye kadar devam edecek bir başlangıca dayanır. Doğada ,Tabiat da , tüm Evren ve Kainat da, RIZALIK ile bulaşamayan birleşmelerden İkrar çıkmaz, doğal kabul edilen, yaşama enerji ve can veren doğumlar gerçekleşmez. Çünkü orada zoraki bir dayatma var ise , aşk denilen Kudret’i Nur’un enerjisi –ısısı ve aydınlığı vukuu bulmaz. Zorla yapılacak bir birleşme soğuk , ruhsuz , cansız ve solmaya yani çürümeye ve de ölmeye mahkumdur.
Onun için ‘Alevi İnancı, Rızalık ile İkrarlaşmayan buluşmalardan ve birleşmelerden, ‘’Veled-i Zina’’ doğar’ der. Bur daki Veled-i Zina yani başka bir deyim ile piç, tecavüzün sonucunda doğan ve aslında sevgi ile mayalanmayan bir zoraki biyolojik doğumu ifade eder. Doğan için doğal, doğuran için büyük bir eziyet ve ruhsal acıyı ifade eder.
Bu terim bir dini ezber veya kur’ani emir değil, doğanın , kainatın veya evrenin doğal ve tabii hakikatinden manasını bulur.
Yani bir buluşma , birleşme Rızalık ile bir birini arayan , bir birini tamamlayan çiftlerin aşk, sevgi ve enerjisi ile Can’ların buluşmasına dayanmayıp zora dayanır ise , orda Can ölür.Ten üzerinden şekli teslim alma gerçekleşir. Bu ise zaten tecavüz dediğimiz, İnancımıza göre ölüm ile eşderdir. Alevi inancında bu fiil , af edilemeyen ve en ağır cezai müeyyide uygulanmaktadır.
İçinde Can’ın , Ruhun , Aşkın, Enerjinin ve sıcaklığın olmadığı buluşma-birleşme bir karanlık Zulumat dünyasıdır ki, bu en büyük doğal zulüm ve işkencedir.
Nevrozun ateşini , yani Kudret’i Nur’dan gelen Enerjinin gücünü , Alevi İnancı Xızırın gelişi ile başlatıp, Cemre’ler ile bu enerji-ısının önce hava’da , sonra Su ve Toprak da, ve nihayet bütün kainat daki buluşmasını doğadaki bir aşk mayalanması olarak görür.
Eskinin, yani karanlığın ve eskiye ait olanın çürümesi, ölenin fiziki tenin yeni bedenlerde can bulmasına vesile olarak; doğa ve tabiat daki devri döngünün devam etmesinin kutlanması , yeni bir başlangıç, yeni bir doğum, yeni bir varoluş ve yeni bir aşkın meyve’ye durması olarak kutlanmaktadır.
Burda bir parantez açarak Hakikat ve aşk ilişkisine bir göz atalım.
Hakikat, derinliklerdeki aşk incisi’dir ...
Hakikat statik bir şey, olgu, duygu, durum veya an olmadığından, derler ki; hakikat yolun sonu değil, yolun kendisidir. Hakikat arayışı bilgi, bilme, bilince varmayla da ilgilidir. Ancak, yalnız bilginin ortaya çıkardığı ‘gerçek’ değildir. Hakikat, gönül gözünü aydınlatan ışıktır, bilgi ile özün bütünselliğidir.
Bugüne kadar bilge insanlar hakikate tamamıyla erişilemeyeceğinden yakınsalar da; hakka ve hakikate eriştiğini söyleme cesaretini gösterebilenler ise Mansur gibi dara çekildi, çekiliyor.
İnsan, iktidar aygıtına karşı durarak, onun giydirdiği örtülerden arınmaya çalışarak , gerçek özgürlüğün yani hakikat yolunun yolcusu oldu.
Hakikati önce kendisinde, kendi toplumsallığında aradı. Mevlana diyor ki; “Eğer hakikati, aşk incisini arıyorsan, görünüşten kurtulman, denize/ummana dalman, derinliklere inmen gerek! Yoksa şöhret, gösteriş deniz kıyısına düşen köpüktür.”
Bize öğretilenler, fiziğimize ve zihnimize yedirilenler de bu ‘köpük’ten başka bir şey değil...
Esasen Evren’de, doğada bütün varlılar hakikatini yaşıyor.
Sadece insan hakikati arıyor.
Çünkü Hakikati terk eden, ondan uzaklaşan tek varlık insan. Bunu fark edenler yeniden O hakikati bulmak için , Hakikat aşk-ı ile Yollara çıkıyor. Tıpkı Hallac, Suhreverdi , Yunus ve daha nice Yol rehberleri gibi, Onların gösterdiği YOL Alevilikte bizler için İnanç oluyor.
Aşk’da saklı olan bu Hakikat sırrının doğadaki döngüsüne dönersek;
Newroz özellikle Alevi-Kızılbaş/ Reya Hak yolu felsefesinin yaşadığı kuzey yarım küre toplumları ve coğrafyasında , yaşamın tarihi tünelinden geçerken, yaşanmış tüm Zor-Zorba ve zorla canlının veya insanın yaşamına, iradesine veya doğal haklarına karşı yapılmış –yaşanmış tüm Nehak zorbalıklara karşı, doğal yaşamı ve hakkı savunma, yeniden iradesini elde etme ve koruma mücadelesinin bir sembolüne de , dönüşmüş ve buluşmuştur.
Bu neden ile Newroz/Nuroj/Nevruz hem kainatın ve tabiatın doğal döngüsünün sonucu oluşan yeni doğumu , Varoluşu , ısınmayı ve aydınlığı velhasıl yaşamın temel ihtiyaçlarının devamlılığına olan yönüyle kutlanırken, hemde insanlık tarihinin seyri süreci için de , yaşanmış Zor ve Zalimlerin düzenlerine karşı , İnsanın doğumdan gelen yaşam ihtiyacı ve iradesini yani onurunu koruma mücadelesinin de sembolü haline gelmiştir. Demirci Kawa’nın Zalim Dehaka karşı mücadelesini de anlatan mitolojik bir çok hikaye olduğu gibi.
Daha sonraları Hz. Alinin doğum günü gibi gerekçeler , Ali’nin HAKK’IN adı , (Ali ilah veya Eli- hakk) yani kendisi olarak inancımızda yer almasından başka birşey değildir. Yoksa gerçek fiziki beşeri bir doğum günü olarak değerlendirmek, zorlama tamamen takkiye ve güncel asimilasyon ile gerçeğin dejenere edilmesine dayalı üretilmiş/ öğretilmiş gerekçeler olup, amaç bunun kisvesi altında geleneğin sürdürülmesidir. Tabi ki başta, Alevilerin önemli bir kısmında olmak üzere , zaman içinde bu bir manipülasyon, dejenerasyon ve asimilasyona dönüştürülmüştür.
Bitirirken bir doğa ve İnsani akıl Yolu - İnancı olan Alevilik, asli degerleri ile ve kök kültürü ile buluştukça, ilim ve bilimin mürşitliğini esas aldıkça, olayları ve olguları insanlığın tarihi içinde analiz ederek , kendi tarihini açığa çıkardıkça, yeni nesillere yol göstermeye devam edecek ve genç kuşaklar ile daha kolay buluşacaktır.
Bu amaç ile çaba gösterecek olan Ariflere, Marifet sahibi Ana’lara , Pir’lere, Aşık-ı Sadıklara ve Ehl-i Kamillere aşk ola.
Onlar ile gerçek dile gele. GERÇEĞE HÜ diyenlerin menzili Kudreti Nur gibi önsüz ve sonsuz ola.
Kaynak ve Açıklamalar:
1- Kudret ; a- erk, erke, güç. , b- yetenek. , c- parasal güç, varsıllık. , d-Tanrı yapısı. e-Tanrı’nın öncesiz ve sonrasız gücü.
2- Töz / Cevher ; değişen yüklemlere desteklik eden değişmez gerçeklik; kendi kendisiyle, kendi kendisinde var olan anlamındaki felsefi kavram. Öznede değil, kendinde var olan. Bağımsızca kendi içinde var olan.
Töz diger adıyla Cevher Nedir?
Değişen durumlara karşı kalıcı olan; kendi kendisiyle, kendi kendisinde var olan, varoluşu için başka bir şeye ihtiyacı olmayan şey.
John Locke için töz şudur: “Niteliklerin yalnız başlarına var olmakta devam etmelerini kavrayamıyoruz. Zorunlu olarak bunlara destek olan başka bir şeyin var olması gerektiğini düşünüyoruz. Destek olan bu şeyin de birçok nesnelerde bulunduğunu varsayıyoruz, işte bu ortak desteğe Töz adını veriyoruz...”
Descartes töz için şöyle demektedir: “Tözü düşündüğüm zaman, var olmak için kendinden başka hiçbir şeyin varlığına muhtaç olmayan bir şeyi düşünüyorum. Açık söylemek gerekirse böyle olan yalnız Tanrı’dır.”
Hollandalı düşünür Spinoza da tözü şöyle tanımlıyor: “Töz sözcüğünden, kendiliğinden ve kendisi için var olanı anlıyorum. Bu kavramın meydana gelmesi için başka bir kavrama ihtiyaç yoktur...”
İslam düşünürlerine göre töz, ya kendi özünden dolayı ya da kendi başına vardır. Kendi özünden dolayı varolan, varolması için hiçbir şey gerekmeyen cevher Tanrı’dır. Kendi başına var olan ise varolmak için başka bir şeyde bir başına var olan ise varolmak için başka bir şeyde bulunmayan, başka bir şeye dayanmayan bağımsız olan tözdür. Bu anlamda Tanrı dışındaki nesnelerde tözdür. Bu düşünürlere göre soyut tözler başlangıçsız, maddi tözler ise yaratılmıştır.
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı
3- Cemre/ Koz: halk takviminde baharın gelişi ve havaların ısınmasının müjdecisi olarak biliniyor. İnanışa göre, birer hafta arayla önce havaya, sonra suya ve daha sonra da toprağa düşen cemre halk takviminde , Yılın uzun veya kısalığına göre bir gün önce veya sonra düşer.
Halk takvimi ve inanışına göre, kasım günlerinin 100. gününden 5 gün sonra cemreler düşmeye başlıyor.
Cemrenin birer hafta aralıkla havaya, suya ve toprağa düştüğüne inanılıyor. Biri kendisi olan yani Kor/ ateş/Nur olan cemre, Üç tane ve üç aşamada ; birincisi havaya (19-20 Şubat), ikincisi suya (26-27 Şubat) ve üçüncüsü de (5-6 Mart) toprağa düşer. Her cemre arası bir hafta kabul edilir ve Newroz ile birlikte ısınma bütün doğada his edlir bir aşk ateşi gibi doruk noktasına çıkar.
Kürtçe de ‘’KOZ’’ olarak bilinir ve ‘KOZ ket’ köz düştü denir.
CEMRE ; "Ateş", "kor" anlamına gelen Cemre’nin her yıl şubat ayı sonunda başlayan takvime göre önce havaya, sonra suya, son olarak da toprağa düştüğü kabul ediliyor. Başlangıcından itibaren, Yani Xızır günlerinin başlangıcından itibaren yaklaşık bir ay süren bu dönem Newroz ile sonuca ulaşır. "cemre düşmesi", toprağın uyanışı ve bahar bayramı olarak da kabul edilen Newrozun/Nevruzun yaklaştığına da işaret ediyor.
Cemre’nin doruk noktası NEWROZ ateşi ile kutlanır ve kutsanır.
"Cemre düşmesi" hayvancılıkla uğraşanlar için soğuk nedeniyle dışarıya çıkartamadıkları hayvanların otlaklara kavuşma zamanının yaklaştığını, tarımla uğraşanlar için de toprağın işlenme dönemine gelindiğini ifade ediyor.
3- Higgs Bozonu (Tanrı Parçacığı) - Altay Şengür / (internetden alınmıştır)
İsviçre’nin Cenevre kentinde bulunan CERN laboratuvarında yapılan deneyler sonrasında bir anda hayatımıza girdi ‘Higgs bozonu’. Pek çok yerde geçmesine, yaşamın temel kaynağı olduğunu duymamıza rağmen halen birçoğumuz ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı hakkında pek fazla bilgi sahibi değil maalesef.
Buyurun şimdi en basit haliyle anlamaya çalışalım bu gizemli maddeyi.
1. Higgs Bozonu Nedir?
Evrenin başlangıcı kabul edilen büyük patlamanın, (Big Bang) saniyenin milyonda biri kadar ertesinde ilk parçacıklar da etrafa saçıldı. Bu fizik kurallarını bulmaya çalışan fizikçilere göre ilk çıkan parçacıklar kütlesiz ve saf enerjiliydi. Fakat bilinen başka bir gerçeğe göre de evrende var olan her şeyin bir kütlesi vardır. Adına ‘Tanrı parçacığı’ denilen, İsviçre’nin CERN laboratuvarında yapılan deneylerle varlığı kanıtlanan Higgs bozonu, kütleleri olmayan atomlara kütle kazandıran mekanizmadır, yani hiçliğe kütle vermektedir.
Burada asıl soru ne oldu da büyük patlamadan saniyenin trilyonda biri kadar kısa bir zamanda parçacıklar kütle ve enerji kazandılar?
2. Neden Tanrı Parçacığı Deniliyor?
Popüler kültürde yerini almadan önce, bir türlü bulunamadığı için araştırmacılar tarafından "Lanet Olası Parçacık" (God Damn Particle) olarak isimlendirilen; fakat daha sonra argo içerikli olmasından dolayı ve “Tanrı parçacığı” tanımı mistik anlamda daha fazla merak uyandırdığı için, gazetelerde ve televizyonlarda bu isimle anılmaya başlandı. Fakat bu, bilim adamlarının en sevmediği ve yanlış bulduğu bir tanım. (herhalde doğmatik bir tanrıyı andırmasından. Benim görüşüm)
3. Higgs Bozonu Analojisi
Higgs bozonundan kasıt 'Higgs alanı’dır. Higgs alanı dediğimiz şey, bütün evrenin sahip olduğu tüm alanı ifade eder ve bu alanda Higgs mekanizması denen şey gerçekleşir. Şimdi resimde bulunan basit bir analoji ile bu Higgs alanının içinde atomlar nasıl kütle kazanıyor ona bakalım.
Belirli ölçeklerde bir odamız olsun ve içerisinde birbirleriyle sohbet eden insanlar. Sonra kapıdan biri önemli bir kişinin geldiğini söylesin ‘Einstein geliyor!! Birazdan burada olacak!!’ bunu duyan insanlar elbette ki bir anda hareketlenecektir. Einstein’ın odaya adım atmasıyla birlikte herkes ona yönelecek, hareket edecektir. Einstein’ın ilerlemesini yavaşlatacaklar ve Einstein ilerledikçe ona doğru yönelen insan sayısı daha daha artacaktır. Böylece Einstein’ın hayranı insanlar odada bir alan ve bir kütle oluşturacaktır.
Tıpkı Higgs Alanı gibi..
4. Higgs Bozonunun Önemi Nedir?
Evrenin başlangıcında bozonlar olmasa ya da farklı bir şekilde ortaya çıksalardı, belki de yıldızlar, gezegenler ve dolayısıyla yaşam oluşmayacaktı. Atom ve parçacıklara kütle kazandırması haricinde Higgs bozonunun asıl önemi, evrenin oluşumunda rolü olan atom altı parçacığının açıklandığı standart modelin anlaşılmasında büyük önem taşıyor. Higgs bozonu bulunmadan, maddenin neden kütleye sahip olduğunu anlamak mümkün olmayacak.
5. Higgs Bozonu Olmasa Ne Olacaktı?
www.fizikist.com
Evrenin başlangıç koşullarında bir 'süper simetri' olduğuna inanılıyor. Bu simetri bir biçimde ve Higgs'in de katkısıyla bozuldu, o sayede evren ve bizler var olabildik. Higgs bozonu olmasaydı, o zaman bizim evrendeki varlığımızı açıklayacak, parçacıkların neden ve nasıl kütle sahibi olduğuna herkesi ikna edip kanıtlanabilecek yeni bir teoriye ihtiyacımız olacaktı.
6. Bu Buluş İnsanlığı Nasıl Etkileyecek?
Bu buluşla beraber evrenin başlangıcı kabul edilen Big Bang’in de ötesine bakabilmek, başlangıcın da başlangıcında ne olduğunu görebilmek mümkün kılınabilecek, ve bu sonsuzluk içerisinde artık rotasız olmayacağız.
Ayrıca CERN’de yapılan deneyler sonucunda eğer bozonu istemli bir şekilde üretebilirsek, bu insanlık için sınırsız enerji anlamına gelebilir. Bu da bilim adamları tarafından şu ana kadar insanoğlunun gidebileceği en uç nokta olarak kabul ediliyor. Bu da şu ana kadarki tüm buluşların aslında ne kadar anlamsız olduğunu gösterecektir bize.
7. Higgs Bozonu Tanrının Varlığını İspatlar mı?
Her ne kadar ismi halen 'Tanrı Parçacığı' olarak lanse edilse de bozonun varlığının kanıtı ile Tanrı'nın varlığının kanıtı birbirinden bağımsızdır. Higss Bozonu'nun Tanrı’nın varlığı ya da yokluğuna dair vereceği bir sonuç yok. Zaten bilim buna bakmıyor, bilimin aradığı, ilk atomların nasıl olup da oluştuğu, evrenin nasıl oluştuğudur.
4- Şahabeddin Sühreverdî : Maktûl veya tüm isim ve künyesiyle Ebu'l-Fütûh Şahabeddin Yahya bin Habeş bin Emîrek Sühreverdî Maktûl (1155 , Sühreverd, - 1191 Halep), İranlı/ Mezopotamyalı İslam eleştirisi filozofu ve işrakilik / Nur veya Işık heykelleri isimli fikrî akımın kurucusu.
5- Hallac-ı Mansur :.Hallac-ı Mansur, MS 856 yılı Ağustos ayında bugünkü İran'ın Tur yöresinde Zerdüşti bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Esas adı Ebu Mugis el Hüseyn Bin Mansur ol Bayvaz’dır. Hallac ismi mesleğinden gelmedir. Yıkanmış temizlenmiş yünü ayıklayan tarayan ve eğrilmeye hazir hale getiren ustaya Hallaç denilir
Babası ailesiyle Dicle yakınlarına, Araplar tarafından kurulmuş bir yerleşim bölgesi olan Vasıl'a yerleşir. Hallac burada Farsça'yı unutur. 12 yaşında hafız olur.
Önce sufi Zahl at-Tustari'nin daha sonra da Amr al-Makki ve Cüneyd Bağdadi'nin talebesi olur. Hocalarıyla fikir ayrılığına düştüğü için onlardan ayrılır
Hallac, katı görüşlü müslümanları şoka uğratan radikal görüşleri sebebiyle göze batar. Hallac'ın Tanrı'da eriyip yok olmak anlamında söylediği, "Enel Hak yani Ben Tanrının ta kendisiyim" sözü sebebiyle içinde Allah'ın 99 sıfatından biri olan "hak" da geçtiği için 912 yılında tutuklanır ve uzun yıllar hapis kalır.
Alenen işkence edildikten sonra, vucudundaki tüm deri kesilir (Bir kuzunun kesiminden sonra postunun çikarmasi benzeri) yarı canlı haça gerilip halka teşhir edildiğinin ertesi günü ölür.
Hallacı Mansurun bazı Sözleri
- Ey aşk, kendi kendini yakarken fark ettin mi cehennemin sana özendiğini? ...
- Nokta, tüm çizgilerin esasıdır. ...
- Darağacı, erenlerin miracıdır. ...
- İyi yaradılışlı olmak esenliktir. ...
- Mürid tövbesinin, mürad ise arınmışlığın gölgesindedir. ...
- Hakka olan aşk, hakka götürür, Bir'e olan aşk, Bir'e götürür!
Ali Köylüce